Vaktiyle, tahsil için Anadolu’dan kalkıp İstanbul’a gelen bir delikanlı, tanınmış bir medreseye (dönemin yükseköğrenim kurumu) kaydını yaptırdı. İlim elde etmek konusundaki azmi, çalışkanlığı, zekâsı sayesinde kısa zamanda öne çıktı, müderrisin (profesör) gözde öğrencileri arasına girdi. Medreseye daha evvel gelmiş olanların birçoğundan önce tahsilini tamamlayarak icazetini (diploma) aldı. Artık dilediği yerde halkı irşat edebilir, ders verebilirdi. Onun da zaten amacı buydu. Bu niyetle veda edip ayrılmak üzere huzuruna çıktığında hocası ona bir öneride bulundu:
Ey oğul, burada öğrenim gördüğün yıllarda çok çalıştın, dikkat ettin, verilen dersleri iyi belledin. Fakat bu derslerin haricinde ve üstünde, yalnız isteyene öğretilen “ilm-i siyaset” denen bir ders daha vardır. Bunu da öğrenirsen bizden icazetini aldığın dersleri daha iyi tatbik eder, daha başarılı olursun. Biz bunu herkese söylemeyiz. Sen akıllı ve kabiliyetli biri olduğun için özellikle hatırlatıyoruz.
Delikanlı, öğrendiklerinin kendine yeterli olduğunu, bir an önce memleketine dönüp vazife almak istediğini söyledi. Hocası da ısrar etmedi. Vedalaşıp ayrıldılar.
Diplomalı genç hoca, memleketine dönerken bir cuma günü cuma namazını kılmak için bir köyde mola verdi. Köyün imamı cahil, ham sofunun biriydi. Cuma hutbesini yalan yanlış okumuştu. Arkasından cuma namazını kıldırırken de sureleri, namazı bozacak kadar kötü telaffuz etmişti. Diplomalı genç hoca bu kadarına dayanamayıp müdahale etti:
-Ey cemaat! Arkasında namaz kıldığınız, vaazını dinlediğiniz bu hocanın ilim ve irfandan bir zerre bile nasibi yoktu. Kuran’ı yanlış okuyor, kıldırdığı namaz dahi makbul değildir…
-İmam, cehaletinin, ehliyetsizliğinin ortaya çıkmasından dolayı büyük bir öfkeye kapıldı. Cemaati, misafir hocanın aleyhine kışkırtmak için söyle dedi:
-Ey cemaat! Bu adam dinsizin, imansızın biridir. Maksadı fitne çıkarmaktır. Gördüğünüz gibi bizi birbirimize düşürüyor. Allah’ını seven şu meluna bir tokat atsın!..
Bunun üzerine cemaat, kim olduğunu bilmedikleri yabancının üzerine çullandı. Önüne gelen tekme tokat salladı. Tahsilli hoca epeyce tartaklandıktan sonra bir fırsatını bulup öfkeli cemaatin elinden canını kurtardı. Yüzü gözü kanlar içindeydi. Tam bu sırada hocasının teklifi aklına geldi. Kendi kendine “Eğer ilm-i siyaset de öğrenseydim, belki bu durum başıma gelmezdi” diye düşündü. Hemen kararını verip hocasına döndü. Özür dileyip ilm-i siyaset de öğrenmek istediğini bildirdi. İki yıl da bunun için çalıştı. Bunu da öğrendikten sonra medreseden ayrıldı. Eskisinden çok farklı bir kılıkta iki yıl önce dövüldüğü köye geldi. Kendisini kimse tanımadı. Bu gelişini de bir cuma gününe denk getirdi. Bu defa hutbeyi ve namazı sükûnetle dinledi. Namaz biter bitmez ayağa kalktı ve cemaatten iki dakika kendisini dinlemelerini rica etti ve şöyle dedi.
-Ey cemaat! Bu sizin hocanız kadar âlim, faziletli, muhterem bir zat yeryüzünde birkaç tane daha ya kaldı, ya kalmadı. Maalesef böyle derin şahsiyetlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Şunu iyi bilin ki, evliya mertebesindeki bu hoca efendinin sakalından bir tel koparanın bütün günahları af olur; iki tel koparana sorgu sual yoktur; üç tel koparan ise doğrudan cennete gider…
Bu sözler üzerine kalabalık, itiş kakış hocanın sakalından tel koparma yarışına koyuldular. Hoca “Eyvah yandım, bittim…” dedikçe cemaat yolmaya devam etti. Biraz sonra hoca kan revan içinde bir yüzle, sakalsız, bıyıksız ortalıkta kalakaldı.
İlm-i Siyaset; Neyi, nerede, ne zaman, nasıl söyleyeceğini bilme sanatı.
GÜZEL SÖZLER
Çaba artıkça tabiatın nimetleri de artar. / Montesquieu
Bilgiden biraz nasibi olan, tutup da geceden aydınlık dilemez. / Firdevsi
İstikbal, ümit sahibi olanlar için vaatlerde bulunur. / Geothe